🐮 Hud Suresi 115 Ayet Tefsiri

11 HUD; 12- YUSUF; 13- RAD; Bakara Suresi Kuran Tefsiri 111-115 Ayetler. Surenin Diğer Dersleri. Bakara Suresi Kuran Tefsiri 25. Ayet. Karşılaştır114: Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu buyruklar, ibret ve öğüt almasını bilenlere bir hatırlatmadır. Karşılaştır 115: Sabret; çünkü Allah iyi davranan ve işini güzel yapanların ecrini zâyi etmez. Hud Suresi / Ayet-115: Vasbir fe innallâhe lâ yudîu ecrel muhsinîn(muhsinîne). Meali: Ve sabret, muhakkak ki Allah, muhsinlerin ecrini zayi etmez. Hud Suresi / Ayet- 116: Fe lev lâ kâne minel kurûni min kablikum ûlû bakıyyetin yenhevne anil fesâdi fil ardı illâ kalîlen mimmen enceynâ minhum, vettebeallezîne zalemû mâ utrifû HudSuresi 110-111. Ayet Tefsiri. Hud Suresi 112. Ayet Tefsiri. Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Siz de azıp sapmayın. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir. Kaynak : Hud Suresi 113. Ayet Tefsiri. Hud Suresi 114-115. Ayet Tefsiri. Hud Suresi 116-117. Ayet Tefsiri RAHMİ ŞAHİN 🎗 (@rahmisahinofficial06) adlı kişiden TikTok videosu: "Hud Suresi, 115. ayet: Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez. #fatiharslaner #sincan #fyp #keşifteyim #derdo #sabır #cesaret #cesaretli #yaşa". 115 Allah doğru yola ulaştırdıktan sonra, takvâ lı (duyarlı) olacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar hiçbir topluluğu sapkın (kabul) edecek değildir. 1 Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir. 115. Allah doğru yola ulaştırdıktan sonra, takvâlı (duyarlı) olacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar Bakara Suresi 159-162. Ayetler – Ayetleri Gizlemek Küfürdür. Bakara Suresi 158. Ayet – Geleneğin Kur’an ve Sünnet Anlayışı. Bakara Suresi 155-157. Ayetler – Sıkıntıyı Bunalıma Dönüştürmemek. Bakara Suresi 183-186. Ayetler – Oruç. Bakara Suresi 154. HûdSuresi 115. Ayet - Sabret! Şüphesiz ki Allah, muhsinlerin/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanların ecrini zayi etmez. Hudsuresi 115. ayet - Açık Kuran. Erhan Aktaş - Kerim Kur'an. Sabret! Kuşkusuz Allah, iyilerin iyiliklerini asla karşılıksız bırakmaz. وَاصْبِرْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ. Vasbir fe innallahe la yudiu ecrel muhsinin. Kelimeler. #. kelime. Sabret! Çünkü Allah iyilik edenlerin mükafatını zayi etmez." Hud Suresi, 115.Ayet . 25 Jul 2022 KuşkusuzAllah, iyilerin iyiliklerini asla karşılıksız bırakmaz. Sabr-u sebat et. Zîrâ Allah iyi hareket edenlerin mükâfatını zaayi etmez. (Habîbim, yâ Muhammed!) Artık sabret! Zîrâ şübhesiz ki Allah, iyilik edenlerin mükâfâtını zâyi' etmez. Sabredin. Allah, yapılan iyilikleri asla zayi etmez. Katlan. Çünkü Allah ArapçaModern ve Klasik Telegram kanalımız açılmıştır. Canlı yayınlar yapılacaktır. Aşağıdaki kanal linkine üye olanlar, canlı ders günlerinde mesajlla bilgi TWQxzS. “Tefsir Okumaları” ikinci bölüm; Bu hafta da yalnızca bir ayeti 4 tefsir üzerinden okuyarak tam manasıyla anlamaya çalışacağız. Serimize, Efendimiz “Benim saçlarımı ağarttı” dediği; Hud Suresi 112. Ayet ile devam ediyoruz. Hud 112 EMROLUNDUĞUN GİBİ DOSDOĞRU OL! Sure hakkında temel bir bilgi verecek olursak Hûd suresi, 123 yüzyirmi üç ayet olup 12, 17 ve 114. ayetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. 50 - 60. ayetlerde Arabistan halkına gönderilmiş peygamberlerden biri olan Hûd a. s.'ın hayatından bahsedildiği için sureye bu isim verilmiştir. Yunus suresinden sonra inmiş olup onun devamı niteliğindedir. İtikada ait esasları, Kur'an'ın mucize oluşunu, ahiretle ilgili meseleleri, sevap ve cezayı ve Hz. Hûd'dan başka Nuh, Salih, İbrahim, Lut, Şuayb ve Musa a. s. gibi peygamberlerin kıssalarını ihtiva etmektedir. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” ayetini SEYYİD KUTUB FİZİLALİL KUR’AN TEFSİRİ’nden, ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR KUR’AN-I KERİM TEFSİRİ’nden, ÖMER NASUHİ BİLMEN KUR’AN-I KERİM TEFSİRİ’nden veALİ KÜÇÜK BESAİR’UL KUR’AN TEFSİRİ’nden okuyacağız. Rabbim istifade edenlerden eylesin. SEYYİD KUTUB Fİ'ZİLAL KUR’AN TEFSİRİ “Sana emredildiği gibi dosdoğru ol.” Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bu emrin dehşetini ve etkisini ta derinden hissetmişti. Hatta O’nun, bu emre işaret ederek şöyle dediği rivayet edilmiştir “Hud suresi saçımı ağarttı.” Ayette geçen istikamet kelimesi, itidal yani sağa sola sapmadan belirlenen metod doğrultusunda yol almak anlamına gelmektedir. Bu ise; sürekli uyanıklığı; tedbirli olmayı, yolun sınırlarını daima gözetmeyi, çeşitli yönlere az-çok eğilim gösterebilen insani tepkileri kontrol altında tutmayı gerektirir. Kısacası bu, hayattaki her harekette sürekli tetikte olmayı gerektiren bir durumdur. Burada dikkat edilmesi gereken husus, emredildiği şekliyle dosdoğru olmaya ilişkin emirden sonra yer alan yasaklamanın, dinde kusur etmeyi, dini eksik yaşamayı önlemeye yönelik bir yasaklama olmadığıdır. Tersine azgınlık ve belirlenen sınırları aşma eylemidir yasaklanan. Çünkü dosdoğru olmaya ilişkin emir, arkasından vicdanda meydana gelen uyanıklık ve dikkatlilik durumu insanı aşırılığa ve abartılı davranışlara itebilir. Bu da Allah’ın dinini kolayken zorlaştırır. Oysa yüce Allah, dinini nasıl indirmişse, öyle yaşanmasını ister. İnsanların emredildiği şekliyle dosdoğru olmalarını ister. Aşırıya kaçmalarını, taşkınlık yapmalarını istemez. Çünkü taşkınlık ve aşırılık tıpkı vurdumduymazlık ve dini yarım yamalak yaşamak gibi bu dini, temel karakterinin dışına çıkarır. Bu nokta özenle dikkat edilmesi gereken büyük değere sahip bir noktadır. Ruhları, sapmadan, aşırıya kaçmadan veya ihmalkârlık göstermeden belirlenen yolda tutmak için gereklidir bu dikkat. ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR KUR’AN-I KERİM TEFSİRİ İşte bundan dolayı sen emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Hakkiyle doğru ve dürüst ol! Bu emrin "fe" harfiyle öncesine bağlanması şu anlamı ifade eder Sen her hususta doğruluk ile emrolunmuş bulunuyorsun. Ve senin, her işte Kur'ân'da emrolunduğun gibi, sıratı müstakim üzere tam bir doğrulukla hareket etmen ve her hususta aldığın vahye uyman, Kur'ân ahlâkı ve ahkamı uyarınca hareket edip bilfiil canlı bir doğruluk örneği olman gerekmektedir ki, hakkında hiçbir şüpheye ve tereddüde yer kalmayacaktır. Doğruluğun ve dürüstlüğün senin peygamberliğine ve başarılı olmana en büyük delil ve belge olacaktır. Bundan dolayı sen sana karşı çıkanların laflarına bakma, onları Allah'a havale et de gerek müminlerle müşterek olan inanç ve amele ilişkin genel görevlerinde, gerek özellikle peygamberlik görevleriyle ilgili olarak yalnızca sana ait olan özel görevlerinde tam emrolunduğun gibi, hakkiyle doğru ol, doğruluktan ayrılma! Şu halde sûrenin baş tarafında "Belki sen, sana yapılan ithamlardan dolayı, sana vahyolunanların bazısını terkedecek olursun ve bundan da üzüntü duyarsın" 11/12 geçtiği üzere vahyolunan emrin yerine getirilmesi ne kadar ağır olursa olsun; ne o emrin tebliğinde, ne de icra ve uygulamasında hiçbir engelden yılmayarak emrolunduğun gibi dosdoğru olmaya devam et. Abdullah b. Abbas demiştir ki. Bütün Kur'ân içinde Resulullah'a bu âyetten daha ağır ve daha çetin bir âyet nazil olmamıştır Ve bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz "Hud Sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı" ve bazı rivayette "Beni Hud Sûresi ihtiyarlattı." buyurmuştur. Demek ki, Hakk'a vasıl olmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta istikamet kadar yüksek bir makam ve onun kadar zor hiçbir emir yoktur. Herhangi iş olursa olsun, herhangi hedef olursa olsun ona ulaşmanın en kısa yolu doğruluktur. Böyle olmakla beraber her şeyden önce, bir işte doğrunun hangi çizgide olduğunu tayin ve tespit etmek çok zordur; ayrıca onunla ilgili çeşitli noktalardan ilişkisini kesip, sarsılmadan dosdoğru olan o çizgi üzerinde yürüyebilmek daha zordur. Ve yine istenilen hedefe ulaştıktan sonra aynı şekilde o doğruluk üzere, hiç eğilmeden devam ve sebat edebilmek büsbütün zordur. Bununla beraber şu kadarını hatırlatmalıyız ki, bu âyette Resulullah'a "beni ihtiyarlattı" dedirtecek kadar zor gelen nokta, istikamet emrinin asıl kendisiyle ilgili olan kısmından ziyade, ümmetiyle ilgili olan kısmı olsa gerektir. Zira buyuruluyor ki Seninle beraber tövbe edenler de. Yani şirkten tövbe edip de imanda seninle beraber bulunan, Müslüman olan herkes de tıpkı senin gibi dosdoğru olsun. Ve azmayın, yani Allah'ın tayin ettiği sınırı aşıp da onun dışına çıkmayın, doğruluktan ayrılıp da ifrat veya tefrite sapmayın, aşırı gitmeyin ey Müslümanlar. Çünkü muhakkak ki O, yani Rabb'in bütün yapacağınızı görür. Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Görür ve ona göre karşılığını verir; ceza veya mükâfat, karşılıksız bırakmaz. ÖMER NASUHİ BİLMEN KUR’AN-I KERİM TEFSİRİ Bu mübarek âyetler, Rasûlü Ekrem'in de, Müslüman olma şerefine kavuşan diğer zatların da doğrulukla ve Allah'ın kanunlarına riayet etmekle mükellef olduklarını bildiriyor, zalimlere eğilim gösterenlerin azaba uğrayacaklarını ve Allah'ın yardımından mahrum kalacaklarını ihtar ediyor. Ve beş vakit namaza devam edilmesini ve dinî vazifeleri yerine getirme hususunda sabrın mükâfatsız kalmayacağını müjdelemektedir. Şöyle ki Ey Yüce Peygamber! Allah'ın dinine riayet edip etmeyen milletlerin tarihi durumlarına ve va'd ile tehdide ait âyetler sana vahy edilmiş bulunmaktadır. Artık Allah tarafından emrolunduğun gibî dosdoğru ol. Yani Sahip olduğun doğrulukta devam et, İslâm dinini yaymaya çalış, dinî hükümleri tebliğ etme ve uygulama hususunda ve bütün muamelelerinde doğruluktan ayrılma Meşru ve makul bir yolu takip etmekten geri durma. Ve tövbe etmiş İman ederek seninle beraber bulunmuş olanlar da doğruluktan ayrılmasınlar. Ve haddi aşmayın meşru ve normal şeylerden ayrılarak ifrat ve tefrite düşmeyin. Meselâ Helâl olan bir şeyi haram ve bilâkis haram olan bir şeyi helâl görmek suretiyle ilâhî hükümlere, Kur'an'ın açıklamalarına muhalefetde bulunmayın şüphe yok ki o Yüce Yaratıcı yapmakta olduğunuz şeyleri hakkıyla görücüdür. yani Sizin bütün amellerinizi, hareketlerinizi bilicidir. Bunlara göre sizi mükâfata veya cezaya erdirecektir. Binaenaleyh bu gibi dinî hükümlere uymaktan asla ayrılmayınız. Bu âyeti celile, Islâmiyet'de büyük bir esastır. Ferdî ve sosyal hayatı düzenlemek için bundan daha kapsamlı bir kanun maddesi olamaz. Çünkü istikâmet bütün hayatî faziletlerin, medenî esasların en birincisi bulunmaktadır. Evet. İstikâmet, doğruluktur, üstlenilen vazifelerde İslâm şeriatına uygun tarzda hareket etmektir, doğruluk ve ölçülü şekilde hareketten ayrılmamaktır, kulluk yolunda, ilâhî dinin, sağduyunun irşadıyla yürümektir. Kısacası İstikâmet, dinî hükümlere, inançlara. Amellere, ahlâkî, insanî vazifelere riayet edip Cenâb-ı Hak'kın ve mahlûkların haklarına tecavüzden sakınmaktır. Artık bir cemiyetin terleri, böyle bir istikâmet ile vasıflanmış, olursa o cemiyet ne kadar yükselir, ne kadar sosyal olgunlukların parlak bir örneği olmuş olur. İşte kudsî dinimizin bize emrettiği bu gibi vazifeler hakkıyla gözetilecek olsa İslâm muhiti, melekler kadar temiz bir sosyal topluluk halinde bulunmuş olur, bütün insanlık âlemi için uyulması gereken en parlak bir örnek bulunur. Evet. İstikametten ayrılmayan bir zat, kendi hayatını en güzel bir şekilde tanzim etmiş olur. Mensup olduğu çevrenin hayrına çalışır, hiçbir kimsenin malına, canına, şerefine bir zararı dokunmaz. Her millet, istikâmeti yüceltir. Her insan istikâmeti sever. Ne yazık ki Herkes istikâmette olmaz, bu husustaki geçici zorluklara tahammül gösteremez. Halbuki, istikâmet yüzünden bir sıkıntı, bir ceza görülse de bu geçicidir, bunun sonu selâmetdir, saadetdir, ebedî hayatı kazanmaya bir vesiledir. Sait Paşa Merhumun şu kıt'ası ne kadar güzeldir. Halkı tahrib eyleyip de kendin âbât eyleme" Bu cihanda ev yapıp ukbayı berbat eyleme" Nefin için zâlimibî rahme imdat eyleme" Alemitenfîr eden ahvali mutâd eyleme" Müstakim ol Hz. Allah utandırmaz seni" ALİ KÜÇÜK BESAİR’UL KUR’AN TEFSİRİ 112. “Ey Muhammed! Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” Ey peygamberim, sen emrolunduğun şekilde dosdoğru ol. Ve yanındaki tövbe edenlerle birlikte dosdoğru ol. Sakın azgınlaşma. Sakın azgınlardan, azgınlığı seçenlerden olma. Muhakkak ki Allah yaptıklarınıza Basîrdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir. İşte Rasu-lullah efendimizin bizzat kendi beyanlarıyla onu ihtiyarlatan bir âyetle karşı karşıyayız. Beni Hud ve kardeşleri ihtiyarlattı buyurur Allah’ın Resûlü. Rasulullah efendimizin başındaki saçları ağartan sûre ve o sûrenin bu âyetidir. Ulemâ bu konuda der ki, Allah’ın Resûlünü ihtiyarlatan Hud sûresinin işte bu 112. Âyetinden maksat da Şûrâ sûresinin 15. âyetidir. Oradaki âyet de şöyleydi "Ey Muhammed! Bundan ötürü sen birliğe çağır ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol; Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle söyle "Ben Allah’ın indirdiği kitaba inandım ve aranızda adâletle hükmetmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş onadır."Şûrâ 15 İşte Allah’ın Resûlünün sakallarının ve saçlarının ağarmasına sebep olan âyetler bunlardı. Her iki âyette de ona diyordu ki Rabbimiz "Ey Resûlüm! Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" Allah senden nasıl olmanı istiyorsa öylece ol! Allah senden nasıl bir kulluk istiyorsa öylece Rabbine kulluk yap! Kıyâmete kadar tüm insanlığa örnek olacak bir şekilde yamulmadan, inhiraf etmeden, eğrilmeden, kaçamak yapmadan, yan çizmeden Rabbinin emirlerini yerine getir! Tüm insanlığa örnek olacak dosdoğru bir Müslümanlık sergile diyordu. İmanıyla, takvasıyla, teslimiyetiyle, ameliyle, bireysel, sosyal ve ailevî yönüyle kıyâmete kadar tüm insanlığa örnek olacak Müslümanca bir yaşantı biçimi sergile. İnsanlığın örnek alıp uyguladıkları zaman cennete, reddettikleri zaman da cehenneme gidecekleri bir örnek kulluk sergile. Bu yolun pratiğini ortaya koy diyordu Rabbimiz ona. Gerçekten kolay bir şey değildi bu. Ama bu zoru başarmalıydı Rasulullah efendimiz. Bu zorda yardımcısı, destekçisi Allah’tı ve Rabbimiz yardım etti ona. Allah peygamberinden böyle bir teslimiyet, böyle emrolunduğu gibi bir dosdoğru oluş istiyordu. Ama bu peygamber için zor değildi. Zira Allah’ın Resûlünde hiç eksiklik yoktu. O bunu yerine getirme konusunda kesinlikle yorulmamıştır. Vakıa, biliyoruz ki vahyin gelişi Allah’ın Resûlünü yoruyordu. Âyetlerle karşı karşıya gelişi onu sarsıyordu. Zira o mütekelliminden dinliyordu onu. Allah’ın Resûlü Kur’an âyetlerini bizzat o âyetlerin mütekellimi olan Allah’tan dinliyor, bizzat O’ndan ahz ediyordu. Nitekim bir defasında bir sahâbenin dizindeyken vahiy gelmişti de o sahâbe sandım ki dizim felç oldu, kemiklerim eridi zannettim demiştir. Yine Kusva isimli devesinin üzerindeyken bir defasında toptan En’âm sûresi nâzil olmuştu da devenin ayakları kuma gömülüvermişti. Yine Ayşe annemiz ve diğer sahâbenin rivâyetlerine bakılırsa kış gününde vahiy gelirken Allah’ın Resûlünün mübarek yüzlerinde buram buram ter görünürdü. Evet, vahyin gelişi peygamberimizi yoruyordu ama bütün vahiy için geçerliydi bu. Bütün âyetler için geçerliydi. Halbuki burada asıl onu ihtiyarlatan bölümün "Peygamberim! Sen beraberindeki tövbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi dosdoğru ol!" İfadesiydi. Yâni sen dosdoğru ol! Ama seninle beraber olanları da, sana tâbi olanları da kendin gibi dosdoğru hale getir! Seninle birlik olanlar da aynen senin gibi dosdoğru olsunlar! İfadesiydi onu ihtiyarlatan. Allah’ın Resûlü zaten kendisi dosdoğruydu, ama kendisine tâbi olanları da aynen kendisi gibi dosdoğru yapma derdi var ya, işte Allah’ın Resûlünün belini büken dert buydu. Onu ihtiyarlatıp saçlarını ağartan endişe buydu işte. Sadece kendisinin doğruluğu istenseydi iş kolaydı, ama beraberindekileri de dosdoğru hale getirilmesi isteniyordu ondan. Evet, yanındakileri dosdoğru hale getirme derdi Allah’ın Resulünün bile belini bükerken, onun mübarek saçını, sakalını ağartırken ya biz ne yapacağız? Ya bizim beraberimizdekiler? Ya bizim çevremizdekiler? Ya bizim hanımlarımız? Ya bizim analarımız? Babalarımız? Ya bizim çocuklarımız? Ya bizim komşularımız? Ya bizim dükkanımızdakiler? Biz de aynen Allah’ın Resûlü gibi onları da dosdoğru hale getirme derdiyle uykularımızı kaybedecek duruma gelebildik mi? Biz de bunun sorumluluğunu omuzlarımızda hissedebildik mi? Çevremizdekilerin dirilmeleri adına çareler aramaya koşabildik mi? Yoksa ne yapayım beceremiyorum diyerek yan çizme ye mi kalkıştık? Yoksa onları diriltme konusunda bir kaç gün uğraştık da sonunda usanıp bunlar adam olmuyorlar diye kırıp döktük mü onları? Allah’ın Resûlünün elinde de vardı kırıp dökmek ama Allah’ın Resûlü bunu asla kullanmamıştır. Taif’tendönüşünde kan revan içinde bile meleğin kendisine teklifi karşısında onun cevabını çok iyi biliyoruz. Nesillerinden bir tek kişi bile iman edecekse ya Rabbi onları helâk etme! diyordu. Öyleyse biz de ana babalarını kaybettiklerimizin çocuklarını kazanmaya çalışalım. Mü'minleri müminleştirmede, kâfirleri İslâmlaştırmada Allah’ın Resûlü ne kadar harisse biz de öyle olmaya çalışalım. Allah’ın Resûlünün belini büken sorumluluğu biz de üzerimizde hissedelim. Çoluk çocuğumuzu, hanımlarımızı, komşularımızı, arkadaşlarımızı İslâmlaştırma derdi bizim de belimizi büksün. Biz de hem kendimizi dosdoğru yapmaya, hem de çevremizdekileri dosdoğru hale getirmeye çalışalım. En büyük derdimiz bu olsun. Dosdoğru olma bize Fâtihayı hatırlatır. Orada dosdoğru yol Kur’andı, Kur’an’ın hidâyetine tâbi olmaktı. O halde peygamber da onun yolunun yolcusu olan bizler de sürekli bu kitapla beraber olacak, yolumuzu bu kitapla bulacak ve bu kitabın tarif ettiği gibi dosdoğru olmaya çalışacağız. İDEALİST OKURLAR Emrolunduğu gibi dosdoğru olmak; eğilip bükülmeden direkt Tevhidi anlatmaktır. Bugün yanlış anlaşılan katı zannettikleri İslam’ı birdecici’ gösterme uğruna çalışanların topluma verdiği zarar meydandadır. Tevhidi bilmeyen ve Tevhidi yaşamdan uzak bir toplum türedi. İstikametten sapmadan, doğruyu anlatırken yanlışı da korkmadan söyleyen hocalar ve insanlar, toplumda ötekileştirilmeye çalışıldı. İftiralarla başlayan ve şuan da içinde bulunduğu zindan sürecine girmiş bulunan Alparslan Kuytul Hocaefendinin yaşadıkları tevhidi anlatması, hükümeti eleştirmesinden ileri gelmektedir. Dosdoğru konuşanlar Efendimizin sav Taif’ini, İbrahimlerin ateşlerini, Musaların denizlerini ve peygamberlerin hak yolundan giden Seyyid Kutub’un darağacını, Said Nursi’nin sürgün hayatını unutmamalı ve bunları göze almalıdırlar. Bunları düşünüp korkmamalı ve “Bu dünya ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir, asıl yurt ahirettir” ayetini hatırlayarak Allah’a tevekkül etmelidirler. Çalışma bizden, Tevfik Allah’tandır. Rabbim yanlışların toplumda kemikleştiği şu çağda, dosdoğru konuşanların, emrolundukları hakkı cesurca söyleyen öncülerin yardımcısı olsun. Ayaklarımızı dini ve davası üzerine sabit kılsın, okuduklarımızdan hakkıyla istifade edebilmeyi nasip etsin. Amin, Velhamdulillahi Rabbil Alemin. Bakara Süresi 115. ayet Meali Doğu da Allah’ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü Zatı oradadır. Şüphesiz Allah ın rahmeti ve nimeti geniştir, O her şeyi Süresi 115. ayet Tefsiri Allahu A’lem, bu Allah’ın Mekke’den çıkartılan, mescidlerinden ve namazgahlarından ayrılan Resulüllah ve ashabına Allah’ın bir tesellisidir. Resulüllah Mekke’de iken Kabe, gözünün önünde olduğu halde Beyt-i Makdis’e yönelerek namaz gelince on altı veya on yedi ay Beyt-i Makdise yöneltildi. Daha sonra Allah onu Kabe’ye yöneltti. Bu yüzden Allah Doğu da Allah’ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü Zatı oradadır’ b. Ebi Talha, İbn Abbas’dan şöyle nakleder Kur’an da ilk nesih kıble konusunda olmuştur. Zira Resulüllah Medine’ye hicret ettiğinde Allah ona Beyt-i Makdis’e yönelerek namaz kılmasını emretti. Medine sakinlerinden Yahudiler buna sevindiler. Resulüllah on küsür ay boyunca oraya yönelerek namaz kıldı. Ancak Resulüllah s..v, İbrahim’in kıblesini arzuluyor, onun için dua ediyor ve göğe bakarak haber üzerine Allah Ey Muhammed! Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu yücelerden haber beklediğini görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey Müslümanlar! Siz de nerede olursanız olun, namazda yüzlerinizi o tarafa çevirin… Bakara 144’ ayetini nazil üzerine Yahudiler şüpheye düşerek Yönelmekte oldukları kıblesinden onları çeviren nedir?’ deyince, bu defa da Allah Doğu da Allah’ındır, batı da. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü Zatı oradadır’ ayetini nazil der ki Bu ayet kıbleyi öğrenme imkanları olmadığından, tespit edemeyip farklı yönlere yönelerek namaz kılan bir topluluk halinde inmiştir. Allah bu ayetle onlara Doğular da batılar da benimdir. Siz yönünüzü ne tarafa çevirirseniz yüzüm orada olup sizin kıbleniz de o taraftır’ demek istemiş ve onlara namazlarının geçerli olduğunu İbn Kesir / İbn Kesir Tefsiri Tefsiru’l Kur’an’il Azim / C 1 / bkz 499-502 BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun. 112- Ey Muhammed, sana emredildiği gibi dosdoğru ol; yanındaki eski sapıklıklarından tevbe edenler de öyle olsunlar. Sakın ölçüleri aşmayınız. Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür, 113- Sakın zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi; Allah’dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O’nun yardımını göremezsiniz. 114- Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl ; iyi ameller kötülükleri giderirler. Bu hatırlatmalar öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür. 115- Müşriklerin sana çektirdikleri sıkıntılara karşı sabret; çünkü Allah, iyi davranışları ödülsüz bırakmaz. Bu emir, hem Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- hem de onun yanında eski sapıklıklarından tevbe etmiş mü’minlere yöneliktir. “Sana emredildiği gibi dosdoğru ol.” Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bu emrin dehşetini ve etkisini ta derinden hissetmişti. Hatta O’nun, bu emre işaret ederek şöyle dediği rivayet edilmiştir “Hud suresi saçımı ağarttı.” Ayette geçen istikamet kelimesi, itidal yani sağa sola sapmadan belirlenen metod doğrultusunda yol almak anlamına gelmektedir. Bu ise; sürekli uyanıklığı; tedbirli olmayı, yolun sınırlarını daima gözetmeyi, çeşitli yönlere az-çok eğilim gösterebilen insani tepkileri kontrol altında tutmayı gerektirir. Kısacası bu, hayattaki her harekette sürekli tetikte olmayı gerektiren bir durumdur. Burada dikkat edilmesi gereken husus, emredildiği şekliyle dosdoğru olmaya ilişkin emirden sonra yeralan yasaklamanın, dinde kusur etmeyi, dini eksik yaşamayı önlemeye yönelik bir yasaklama olmadığıdır. Tersine azgınlık ve belirlenen sınırları aşma eylemidir yasaklanan. Çünkü dosdoğru olmaya ilişkin emir, arkasından vicdanda meydana gelen uyanıklık ve dikkatlilik durumu insanı aşırılığa ve abartılı davranışlara itebilir. Bu da Allah’ın dinini kolayken zorlaştırır. Oysa yüce Allah, dinini nasıl indirmişse, öyle yaşanmasını ister. İnsanların emredildiği şekliyle dosdoğru olmalarını ister. Aşırıya kaçmalarım, taşkınlık yapmalarını istemez. Çünkü taşkınlık ve aşırılık tıpkı vurdum duymazlık ve dini yarım yamalak yaşamak gibi bu dini, temel karakterinin dışına çıkarır. Bu nokta özenle dikkat edilmesi gereken büyük değere sahip bir noktadır. Ruhları, sapmadan, aşırıya kaçmadan veya ihmalkârlık göstermeden belirlenen yolda tutmak için gereklidir bu dikkat. “Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür.” Ayette geçen “Basir = görür” kelimesi “Basiret”ten gelir ve bu konuya da son derece uygun düşmektedir. Çünkü bu konu basiretin, güzel kavrayış ve değerlendirişin vurgulandığı bir konudur. Öyleyse ey peygamber, emredildiğin gibi dosdoğru ol; senin yanında yeralan eski sapıklıklarından tevbe etmiş kimseler de öyle olsunlar. “Sanık zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi.” Zalimlere dayanmayın, güvenmeyin. Yeryüzünde güç kaynaklarını ellerinde bulunduran, ellerindeki bu kuvvetle kulları Allah’ın dışında birtakım yaratıklara kulluk yapmaya zorlayan tağutlara, zorba zalimlere dayanmayın. Onlara dayanıp güvenmeyin. Çünkü sizin onlara güvenip dayanmanız, onların işlediği bu büyük kötülüğü onayladığınız anlamına gelir. Bu, onların işlediği büyük kötülüğün günahına ortak olmanız demektir. “Yoksa cehennem ateşi yakalar sizi.” Bu sapmanın cezası olarak… “Allah’dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O’nun yardımını göremezsiniz.” Böyle bir dönemde belirlenen yolu dosdoğru izlemek son derece zor ve meşakkatli bir iştir. İnsana yardımı dokunacak kalıcı bir azığa ihtiyaç duyulur. İşte yüce Allah, Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- ve O’nun yanındaki mü’min azınlığa yol azığı gösteriyor. “Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl.” Hiç kuşkusuz yüce Allah, tüm azıkların tükendiği bir sırada namazın kalıcı bir azık olduğunu biliyordu. İnsanın ruhsal yapısını dayanıklı kılan, kalplerin ağır yükümlülükleri olan gerçeğe sıkı sıkıya sarılmalarını sağlayan azık budur. Çünkü namaz, kalpleri, kullarına karşı merhametli, şefkatli, kullarına yakın ve isteklerine cevap veren yüce Allah’a bağlar. Karamsarlığa kapıldığı bir sırada, şu uğursuz ve günahkâr cahiliye toplumu içinde kendini yalnız hissettiği bir sırada üzerine yakınlık ve şefkat meltemlerini estirir. Ayet burada gündüzün iki ucundan söz ediyor. Bu gündüzün başlangıcı ile sonudur. Gecenin ilk saatlerinden maksat, gecenin akşama yakın saatleridir. Bu ise, sayı sıralaması getirmeden farz namazların vakitlerini kapsamaktadır. Farz namazların sayısı ve vakitleri Peygamberimizin sünneti ile belirlenmiştir. Ayette, namaz kılmak -eksiksiz ve dosdoğru bir şekilde- emredildikten sonra iyi amellerin kötülükleri giderdiği vurgulanıyor. Bu ifade geneldir ve tüm iyilikleri kapsamaktadır. Namaz da en büyük iyiliklerden biridir. Bu sınıflandırmaya öncelikle dahildir. Yoksa bazı tefsircilerin anladığı gibi kötülükleri gideren iyilik namazla sınırlı değildir. “Bu hatırlatmalar öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür.” Namaz bir hatırlamadır, bu yüzden şu değerlendirme son derece yerinde ve namaza uygun düşen bir değerlendirmedir. Belirlenen yolda emredildiği gibi dosdoğru olmak, insanın sabretmesini gerektiren bir durumdur. Aynı şekilde yüce Allah’ın yalanlayanlara ilişkin yasasının gerçekleşmesi için belirlenen sürenin dolmasını beklemek de, sabırlı olmayı gerektirir. Bu yüzden, hem dosdoğru olmaya ilişkin emir, hem de ondan önce yeralan direktifler üzerine şu değerlendirme yeralıyor “Sabret, çünkü Allah iyi davranışlıları ödülsüz bırakmaz.” Emredildiği şekliyle dosdoğru olmak iyi bir davranıştır. Namazları vakitlerinde kılmak iyi bir davranıştır. Yalanlama tuzağına karşı sabretmek iyi bir davranıştır. Ve Allah iyi davranışlıları ödülsüz bırakmaz. GEÇMİŞLERİN AKİBETİ Sonra surenin akışı yeniden yokedilen şehirler ve geçmiş çağlar üzerine yapılan yorumu ve değerlendirmeyi tamamlamaya dönüyor. Üstü kapalı bir şekilde, şayet o çağlarda ya da o şehirlerde Allah katından kendileri için iyilik dileyen birtakım insanlar olsaydı, yeryüzünde bozgunculuğun yayılmasını önleselerdi, zalimleri zulmetmekten alıkoysalardı, yüce Allah’ın bu şehirleri kökten yoketme azabı ile cezalandırmayacağına değiniyor. Çünkü yüce Allah halkı iyi davranan şehirleri, haksız yere cezalandırmaz. Ya da bu şehirlerin halkı arasında yeralan iyi kimselerin gücü zulüm ve bozgunculuğu önlemeye yettiği sürece yüce Allah onları cezalandırmaz. Ama bu halk arasındaki mü’minler azınlıkta olsalar, toplum içinde etkinlikleri ve güçleri olmazsa, yüce Allah onları kurtarır. Ama bu şehirlerin halkı arasında şımaran kimseler, onları izleyenler, onlara itaat edenler çoğunluktaydı. Dolayısıyla bu şehirler halklarının zalimliklerinden dolayı cezalandırıldılar! Hûd Sûresi 114-115. Ayet Tefsiri Hakkında Konusu Nuzül Fazileti Hûd Sûresi Hakkında Hûd sûresi Mekke’de inmiştir. 123 âyettir. İsmini, 50-60. âyetler arasında kıssası anlatılan Hûd almıştır. Mushaf tertîbine göre 11, nüzûl sırasına göre 52. sûredir. Hûd Sûresi Konusu Hûd sûresinde itikat konuları, özellikle Allah’ın varlığı, birliği, peygamberlik gerçeği ve bunun önceki toplumlardaki tezâhürü ele alınmaktadır. Bunu misallendirmek üzere Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. İbrâhim, Hz. Lût, Hz. Şuayb ve Hz. Mûsâ gibi peygam­berlerin kıssaları, Yûnus sûresine göre daha geniş bir çerçevede anlatılmaktadır. Bu misallerden hareketle Kur’an’ın mûcize oluşu, öldükten sonra diriliş, hesap ve âhiret hayatıyla alakalı mevzulara dikkat çekilmektedir. Hûd Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada on birinci, iniş sırasına göre elli ikinci sûredir. Yûnus sûresinden sonra, Yûsuf sûresinden önce Mekke döneminin son bir yılı içinde nâzil olmuştur. 12, 17 ve 114. âyetlerinin Medine’de indiği yolundaki görüş müfessirlerin çoğunluğunca kabul edilmemiştir İbn Âşûr, XI, 311; Reşîd Rızâ, XII, 2; Ateş, IV, 291. Hûd Sûresi Fazileti Allah Resûlü Hûd sûresinin fazileti hakkında şöyle buyurur “Cuma günü Hûd sûresini okuyun.” Dârimî, Fezailü’l-Kur’an 17 Yine Efendimiz sûresi ve Vâkıa, Hâkka, Mürselât, Nebe’ ve Tekvîr gibi kardeşleri beni ihtiyar­lattı” Tirmizî, Tefsir 57/3297 beyânıyla da sûrenin muhtevasının önemine ve bildirdiği sorumlulukların ağırlığına dikkat çeker. Çünkü bu sûrelerde fevkalade tesirli bir üslûp­la önceki peygamberlerin tevhid mücadelesinden kesitler sunulmakta, kalpleri derinden sarsan kıyamet sahneleri tasvir edilmektedir. وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ ﴿١١٤﴾ وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿١١٥﴾ Karşılaştır 114 Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu buyruklar, ibret ve öğüt almasını bilenlere bir hatırlatmadır. Karşılaştır 115 Sabret; çünkü Allah iyi davranan ve işini güzel yapanların ecrini zâyi etmez. TEFSİR Burada bir günde edâ edilmesi farz olan beş vakit namaza işaret edilmektedir. “Gündüzün iki tarafı”ndan maksat, öğle ve ikindi namazları; “gecenin gündüze yakın saatleri”nden maksat ise akşam, yatsı ve sabah namazlarıdır. Çünkü اَلزُّلَفُ zülef kelimesi, vakit ve yakınlık mânasına gelen “zülfe” kelimesinin çoğuludur. Arapça da çoğul ise en az üçtür. Buna göre sabah namazı gün doğmasına yakın, akşam ve yatsı namazları ise güneşin batmasına yakın saatlerde kılınmakla bu üçlüyü ifade ederler. Namazların bildiğimiz beş vakitte kılınması, bunun gibi başka âyetlerle bk. İsrâ 17/78; Tâhâ 20/130, hadis-i şeriflerle ve ümmetin icmaıyla “Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir” Hûd 11/114 kısmında bahsedilen “iyilikler”den maksat, sözün geliminden de anlaşılacağı üzere öncelikle beş vakit namazdır. Yani her namaz bir “hasene iyilik”, beş vakit namaz ise “hasenât iyilikler”dir. İyiliklere devam edildikçe kötülükler silinir gider. Buna göre beş vakit namaza devam ettikçe, arada beşeriyet icabı işlenen bazı kötülükler de kaybolur. Resûlullah şöyle buyurmuştur “Büyük günahlardan uzak durulduğu takdirde, bir namaz diğer namaza kadar olan günahlara kefarettir.” Müslim, Tahâret 16 Şu âyet-i kerîme ise hakîkati daha açık bir şekilde beyân eder “Bütün şartlarına riâyet edilerek hakkiyle kılınan namaz, insanı her türlü hayasızlıktan, dînin ve aklın kabul etmediği şeylerden alıkoyar.” Ankebût 29/45Fakat iyiliklerin kötülükleri silip götürmesi sadece namaza mahsus bir durum değildir. Namaz sadece misal olarak verilmiştir. Aynı durum diğer iyilikler için de geçerlidir. İnsanın imanla birlikte yaptığı her türlü iyilik onu kötülüklerden uzaklaştırır, yaptığı kötülüklerin affedilmesine, hatta onları iyiliğe dönüşmesine vesile olur. Bu mânada şu âyet-i kerîme ne kadar ümit bahşedicidir “Ancak tevbe edip inanan ve sâlih ameller işleyenler müstesnâ. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” Furkan 25/70Rabbimizin öğütlerine kulağını ve kalbini verenler, sabırla iyilik yapmaya devam edenler bu güzel müjdelerden bol bol istifade edeceklerdir. Çünkü Yüce Allah, iyilik yapanların emeklerini boşa çıkarmayacak, mükâfâtlarını asla zayi etmeyecek, bilakis onlara lutuf ve kerem hazinelerinden kat kat ihsanda ancak böyle bir İslâmî anlayış ve kulluk şuuru ile hem kendilerini haksızlıklardan uzak tutabilir, hem de dünyada yapılan zulüm ve haksızlıkların önüne geçebilirler. Nitekim insanlık tarihine bir göz atıldığında, zulme karşı seslerini yükseltmedikleri için zâlimlerle birlikte helak olan nice toplumların bulunduğu görülecektir Kaynak Ömer Çelik Tefsiri Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. Vemâ kânaAllâhu liyudille kavmen ba’de iż hedâhum hattâ yubeyyine lehum mâ yettekûnec innaAllâhe bikulli şey-in alîmunAllah, bir topluluğu doğru yola sevkettikten sonra sakınacakları şeyleri apaçık bildirinceye dek tekrar onları sapıklığa terketmez. Şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir. Allah, bir kavme hidayet ettikten sonra, bir elçi ve kitap gönderip nelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkça ve buna rağmen inkâra ve isyana kalkışılmadıkça onları sapkınlığa terk edecek ve cezalarını verecek değildir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla doğru yola ilettikten sonra, ne gibi şeylerden sakınmaları gerektiğini bir topluma açıklamadıkça, onları doğru yoldan saptıracak değildir. Gerçek şu ki, Allah herşeyi aslıyla ve bütünüyle bir kavme doğru yolu gösterdikten sonra, nelerden arınıp, nelerden korunacaklarını, hangi emirleri yerine getireceklerini, kime sığınacaklarını, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak nasıl şahsiyetli davranacaklarını, dinî ve sosyal görevlerinin nasıl bilincinde olacaklarını iyice açıklamadan onları başlarına buyruk hale getirecek, hak yoldan uzaklaşmalarına, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihlerine imkân tanıyacak bir sebep yaratmaz. Her şey Allah'ın ilmi, iradesi, planı dahilinde bir topluluğu doğru yola eriştirdikten sonra sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açıklamadan onları sapıklığa düşürmez. Muhakkak Allah her şeyi topluluğa Allah, hidayet verdikten sonra, korkup-sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar, onları sapıklığa sürükleyecek değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi bir kavmi hidâyete İslâma ulaştırdıktan sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine açıklamadıkça, onları sapıklıkla sorumlu tutacak değildir. Muhakkak ki, Allah her şeyi kemâliyle bir toplumu doğru yola ilettikten sonra, sakınmaları gereken yasaları onlara açıklamadıkça, onları saptıracak değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi çok iyi bir toplumu doğru yola ilettikten sonra, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açıklamadıkça onları saptıracak değildir. Allah, her şeyi şeyi belli etmedikçe doğru yola ilettiği ulusu Allah saptırmaz, Allah bilir her şeyiAllah bir toplumu doğru yola ilettikten sonra, nelerden sakınacaklarını açıkça belirtmedikçe günahları yüzünden onları sapıklığa düşürmez sorumlu tutmaz. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi hakkıyla tarîk-i hidâyete sevk itdiği bir kavmi neden nehy olundığını beyân itmedikce muâhaze itmez. Allâh her şeyi bir milleti doğru yola eriştirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça, sapıklığa düşürmez. Allah şüphesiz her şeyi yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe, Allah bir toplumu saptıracak değildir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. Allah her şeyi çok iyi bilendir. Bu âyette, müşriklerin affı için dua etmenin yasak olduğu bildirilmeden önce, bunu yapanların ve haram olan şeyleri, yasak emri gelmeden önce yapmış ... Devamı..ALLAH bir toplumu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri bildirmeden, onları sapıklığa mahkum edecek değildir. ALLAH her şeyi bir kavmi hidayete erdirdikten sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine iyice açıklamadıkça dalalete düşürmez. Gerçek şu ki, Allah her şeyi bir kavmi hidayete çıkardıktan sonra nelerden sakınacaklarını kendilerine beyan etmedikçe onları dalâle düşürmek ıhtimali yoktur, hakikat, Allah her şeye alîmdirAllah, bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, sakınıp korunacakları şeyleri kendilerine açıklamadıkça onları sapıtmış Allah, Her Şeyi En İyi Bu ve buna benzer daha birçok ayetten de anlaşılmaktadır ki, vahyin hitabıyla doğrudan muhatap olmamış olanlar, vahiyden habersiz olanlar, ondan so... Devamı..Allah bir kavme hidâyet etdikden sonra sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirinceye kadar onları n sapıklığına hükm edecek değildir. Şüphesiz ki Allah her şey'i hakkıyle ise bir kavmi, kendilerini hidâyete erdirdikten sonra, sakınacakları şeyleri onlara açıklamadıkça dalâlete düşürecek değildir. Muhakkak ki Allah, herşeyi hakkıyla bir topluma doğru yolu gösterdikten sonra, onların açıkça sakınıp korunmaları gereken şeyleri bildirmedikçe, asla o toplumu saptırmaz. Şüphesiz ki Allah her şeyi bir ulusu doğru yola ilettikten sonra sakınmaları gerekli olan nesneleri açıktan açığa bildirmedikçe onu yoldan çıkarmaz. Çünkü Allah her nesneyi bir kavmi, doğru yola götürdükten sonra onlara sakınacakları şeyi belli etmedikçe yoldan çıkarmaz. Çünkü Allah her şeyi hakkıyle bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, korunup sakınacakları [yettekûn] şeyleri kendilerine açıklamadan onları saptıracak değildir. Muhakkak ki Allah her şeyi en iyi hidayete erdirdikten sonra sakınacakları şeyleri kendilerine açıklamadıkça bir topluluğu sapıklığa düşürmez. Allah şüphesiz her şeyi bir topluma doğru yolu gösterdikten sonra,hangi davranışların haram olduğunu ve nelerden sakınmaları gerektiğini kendilerine açıkça bildirmedikçe, onları yoldan saptılar diye cezalandıracak değildir. Hiç kuşkusuz Allah, her şeyien ince ayrıntısıyla bir kavmi hidayete eriştirdikten sonra sakınıp korunacakları şeyleri açıklamadıkça onları saptıracak değildi. Allah, her şeyi hidayet nasibettiği bir toplumu, tekrar şaşırtacaksa sakınmaları gereken şeyleri göstermeden bunu yapmaz. Çünkü Allah, her şeyi tüm ayrıntısıyla yola ilettikten sonra insanlara uyacakları yasaları açıkça bildirmedikçe, Rabbiniz bir toplumun sapıklığına hükmetmez. Onun için Rabbiniz ayetleriyle insanların sorumlu tutulacağı yasaları gönderir. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr eder, yasalarına karşı çıkarsa; onlar doğru yoldan sapmışlardır. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Allah doğru yola ulaştırdıktan sonra, [takvâ]lı duyarlı olacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar hiçbir topluluğu sapkın kabul edecek değildir. [*] Şüphesiz ki Allah her şeyi ayet söyle de tercüme edilebilir “Doğru yola ulaştırdıktan sonra, korunacakları sorumlu ve duyarlı davranacakları şeyleri kendilerine açıklayınc... Devamı..Allah bir toplumu dosdoğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine iyice açıklamadıkça, asla sapıklığa düşürmez ve Allah, her şeyi hakkıyla Allah bir topluluğu -onlara doğru yolu gösterdikten sonra bile- sakınıp gözetecekleri şeyler konusunda kendilerini [bütünüyle] aydınlatmadan asla sapıklıkla suçlamaz. ¹⁵⁰ Gerçek şu ki, Allah her şeyi aslıyla ve bütünüyle bilir. ¹⁵¹150 Lafzen, “... suçlamak Allah’a yakışmaz/yaraşmaz” -yani, “bir toplumu doğru yola ulaştırdıktan sonra onları sapıklığa düşürmek”, Allah’ın mutlak ve... Devamı..Hem Allah, bir topluma doğru yolunu gösterdikten sonra, sakınılması gereken şeyleri açıklamadan, onları dalalette saymaz Allah, her şeyi bilendir. 6/130- 131, 17/15, 28/59Hem Allah hiçbir topluluğu, -akıl, fıtrat ve irade ile doğru yolu gösterdikten sonra bile- korunup sakınacakları şeyleri kendilerine bütünüyle açıklamadıktan sonra, sapıklığı onlara akıbet kılmaz. Elbette her şeyi bilen sadece Allah’ Teâlâ bir kavme hidâyet ettikten sonra onlara sakınacakları herşeyi açıkça bildirmedikçe, onları dalâlete düşürecek değildir. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeyi tamamıyla bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, nelerden sakınacaklarını kendilerine bildirmedikçe, onları dalâlete sürüklemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir. Bu âyet, müşrikler için af dilemenin yasaklığı bildirilmeden önce bunu yapanların ve haram kılınmadan önce haramları işleyenlerin sorumlu olmayacaklar... Devamı..Allah, bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, sakınmaları gereken şeyleri kendilerine açıklamadıkça onları saptıracak değildir. Allah herşeyi Te'âlâ bir kavmi hidâyet buyurdukdan sonra, sakınmaları îcâb iden şeyleri onlara bildirmedikce dalâletle emâte idüb mes'ûl itmez. Allâh her şeyi bilir. [²] [2] Uzak memleket halkından bir cemâ'at Rasûl-ü Ekrem efendimizin nezdine gelerek İslâm oldılar. O sırada şarâb harâm değildi ve kıble henüz Ka'be'ye ... Devamı..Allah bir topluluğu yola gelmiş saydıktan sonra sakınmaları gereken şeyi açıkça bildirmedikçe onları yoldan çıkmış saymaz. Allah her şeyi bir topluma hidayet verdikten sonra, onlara sakınılmaları gereken şeyleri açıklamadan, onları sapıklıkta bırakmaz. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bir topluluğa hidayet verdikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine iyice açıklamadan onların sapıklığına hükmetmez. Muhakkak ki Allah herşeyi bir topluluğa kılavuzluk ettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine ayan-beyan bildirinceye kadar, onların sapıklığına hükmetmez. Allah her şeyi hakkıyla olmadı Tañrı kim azdura bir ķavmı andan śoñra kim ŧoġru yol gösterdi anlara tā bellü eyleye anlara anlar śaķınalar. bayıķ Tañrı her nesneyi Tañrı Taālā bir ḳavmi azdurmaz anlara hidāyet virdükden ṣoñra,beyān eylemeyince anlara ḥarām nesneleri ki andan ṣaḳınalar. Tañrı Taālābarça nesneyi bir tayfanı doğru yola yönəltdikdən sonra qorxub çəkinməli olduqları şeyləri özlərinə bildirmədən onları haqq yolundan sapdırmaz! Həqiqətən, Allah hər şeyi olduğu kimi, layiqincə biləndir!It was never Allah's part that he should send a folk astray after He had guided them until He had made clear unto them what they should avoid. Lo! Allah is Aware of all Allah will not mislead1367 a people after He hath guided them, in order that He may make clear to them what to fear and avoid- for Allah hath knowledge of all Allah's clear commands are given, so that Believers may not be misled by their human frailty into unbecoming conduct.

hud suresi 115 ayet tefsiri